23 Eylül 2013 Pazartesi

Yas Gemisi

BTS HABER
 Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası dergisi 
Eylül 2013


"Gemilerin ölüsü bile para ediyor; gemi işçilerininse dirisi sudan ucuz.  
Aşk yok pahasında; sömürü ise servet değerinde, patronun cebinde."


Türkiye’de büyük kentli halk gezmek için yurt dışını giderek artan yoğunlukta tercih etmeye başlayalı on yıl oldu herhalde. Yurt dışı gezi üst sınıftan üst –orta sınıfa doğru yaygınlaştı. Bayram tatillerinde Avrupa başkentlerinin meydanlarında ve sokaklarında adım başı Türkçe konuşan birilerine rastlamak olağan. Denizler için de aynı şey geçerli. Türk gibi sigara içmenin hakkını her yerde veren ve izmaritini güverteden aşağı sallandırmakta sakınca görmeyen vatandaşlarımızın gerilerinde bıraktıklarını İspanya kıta sahanlığına kadar görmek mümkün. Çünkü son bir kaç yılın yeni keşfi ve yükselen tatil biçimi de kruvaziyer gemilerle Ege’de, Adriyatik'te, Akdeniz'de dolaşmak. Karadan bu kadar uzaklara açılınca her şey mütevazı olsa gerek diye beklenir ama öyle değil; bu yüzen oteller beş yıldızlı hizmet verdikleri için karadaki oteller standardında muazzam biçimde su, enerji ve diğer şeylerden tüketirler.

'Diğer şeyler' içinde sendikasız emek gücü de var. Siz hiç duydunuz mu kruvaziyer gemi mürettebatı iş durdurdu, greve gitti vb. diye. Açık denizde her şey olur ama grev olmaz. Olsaydı, çok etkili olurdu çünkü. Zoruna giden bir şey olduğunda yürüyüp gidebileceğin bir kara olmadan, bir bunalım durumu içinde, denizin ortasında öylece kalakalmak. Bir mahpusun hissettiği çaresizliği anlayarak.

Açık denizde seyrüsefer ederken yaşanan sorunlardan ayrı olarak, o gemiler yapılırken, hatta sökülürken de zordur işçinin hayatı. Hele bu ülke Türkiye'yse. Tuzla tersaneleri, işyeri olmaktan çıkıp adeta ölüm kampı haline geldi. 2007 Ağustos'undan beri ölen işçi sayısı 159. Bu rakam neredeyse her ay 2 -3 işçinin ölmesine karşılık geliyor.


Gemi ve tersane işçilerinin ölümlü kazalarına dair son haber İzmir Aliağa gemi söküm tesislerinden geldi. Burada da son sekiz ayda 6 işçi ölmüştü. Ağustos ayı başındaki son kazada ölen 2 işçi, Aşk Gemisi dizisinin çekim platosu olan ve artık hurdaya çıkarılmış bulunan Pasific adlı geminin sökümü sırasında hayatını kaybetti. Geminin aşka, şöhrete, gösteri dünyasına dair imgesi tepetaklak olurken o artık bir yas gemisi olarak, iki işçiyi sevdiklerinden ayırdı.  

Quail Cruises  firmasına ait geminin sökümü sırasında Doğan Balcı ve Davut Özdemir, geminin tahliye pompasından çıkan gazla zehirlenerek öldü, ki Doğan Balcı orada işçi değil; işin kendisine o gün zorla yaptırıldığı bir bekçiydi.

O iş için eğitilmemiş birisini, deneyim ve profesyonellik isteyen bir alana metazori itmek ne demektir? İşgücü maliyetinin yok pahasına ucuz olduğu demektir.  İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri fazladan masraf kabul edildiği için, işgücü maliyetine dâhil edilmiyor demektir. İnsanlar tersanelerde bu yüzden yapraklar gibi dökülüp ölüyorlar demektir.

Aşk Gemisini sökerken ölen Doğan Balcı ve Davut Özdemir’in ardında kendi âşıkları kaldı, gözü yaşlı. Çorba pişirmek için yevmiye bekleyen eş, çalışırken üşümesin diye oğluna çorap ören anne, “baba” diyebilmek için akşamı bekleyen ama babaları artık gelemeyecek olan evlatlar...


Oğlunun arife günü gördüğü bir rüya üzerine kendisine söylediği sözleri nakleden anne Saadet Balcı, oğlunun "Anne, 'kalabalık olacaksınız sandalyeleri damdan çıkarın' dediğini aktardı. “Ben de '15 tane oğlum yeter' dedim, 'Hayır anne daha kalabalık olacaksınız, çıkarsın babam şuraya koysun" dedi” diye anlattı. (…)
Yetim kalan çocukları Sevgi (13) ve Sinem'in (8) hemen yanında oturan Hatice Balcı, büyük bir acıyla eşinin ölümüne neden olduğu belirtilen "ihmal" zincirini şöyle anlattı: "Bayramda (birinci gün) çalışmaya, bekçiliğe gitti. Eve dönerken tekrar çağırıyorlar 'arıza var' diye. Geri geliyor, gemiye tıkıyorlar. Bunlar zehirleniyor ama acile getirmiyorlar. Orada 09.00'dan 11.00'e kadar yatırmışlar. Eve getirdiler, evde yattı. Şerbet, ayran içirdik, bayağı bir yattı, kendini bilmez... Bayramda (üçüncü gün) tekrar çağırdılar, tekrar gitti, yine aynı gemiye, zehirlendikleri halde yine tıkmışlar, ben davacıyım."
Annelerinin "davacıyım" sözüne Doğan Balcı'nın küçük kızı Sinem "ben de" diye destek verdi. Hatice Balcı, eşinin bayramın birinci günü yaşadıkları zehirlenmenin ardından kendisine hiçbir önlem alınmadığını anlattığını belirterek, "Hiçbir önlem yoktu diye kendisi de söyledi zaten, ilk girdiğinde ölüyorduk” diye söyledi" dedi.
Denizhaber.com – 12.8.2013

7 işçinin de yaralandığı bu olayın meydana geldiği Aliağa gemi söküm tesislerinde sendikalı olan işçiler bırakın yaşam şansı bulmayı, tesisin kapısından bile sokulmuyormuş.  Tesadüfe bakın ki 1980’li yıllarda “bir araya gelmeye dair” başka bir hikâyede rol almış aynı tesisler.

1941 yılında Pearl Harbour saldırısından yara almadan kurtulan Solace hastane gemisi, hayatları bu gemide oldukları için kurtulan askerlerce yüceltildi ve Solace kabartmalı madalyalar takan bu grup, ABD’de savaş karşıtı gruplara ilham verdi.  ABD hükümeti bu nedenle rahatsız olup gemiyi satışa çıkardığında, adının Türkçe karşılığı teselli olan Solace’ı alan Türkiye oldu.  Adı Ankara olarak değiştirilen ve uzun yıllar Avrupa’ya seferler yapan gemi hurdaya çıkarıldığında onun da getirildiği yer İzmir Aliağa tesisleriydi.  Solace/Ankara’nın röntgen odasından sökülen kurşun, Haliçport projesi nedeniyle bugünlerde sıkça konuşulan eski imparatorluk tersanesine gönderildi çünkü o sırada restorasyon gören Çorlulu Ali Paşa camisinin şadırvanında kurşuna ihtiyaç duyulmuştu.   

Türkiye’nin üç büyük sivil tersanesinin tarihinde mutlu olaylar da vardır şüphesiz ama iz bırakanlar hüzünlü olaylar.  Hayatta kalmaya programlanmış bir dünyada,  can taşıyan bir varlığın son nefesi, o âna tanıklık eden herkes için bir iç sızısıdır.

Tarihi binaların yıkılması gibi içinde nice hâtıra barındıran gemilerin sökümü, o geri dönüşsüz yok oluş hüzün verir de, her hücresinde varoluşun özünü taşıyan ve bu özü milyonlarca kez yineleyen bir insanın hayatının tükenişi kahretmez mi?  Gemilerin ölüsü bile para ediyor; gemi işçilerininse dirisi sudan ucuz.  Aşk yok pahasında; sömürü ise servet değerinde, patronun cebinde.


 



Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın açıklamasına göre Temmuz 2013 itibariyle 11.5 milyondan fazla işçi olmasına karşın, sendikalı olanlar, 1 milyon bile değil. Gerçekte,  sigortasız çalışanlar ve ev işi yapan kadınlar gibi görünmeyen emek de dâhil edildiğinde çalışan sayısı 30 milyona yakın. Sendikalaşma oranı ise kayıtlı emek içinde  %10’ların altında. Kayıtsız çalışanlar da düşünüldüğünde %3’ün altında.  Bu oranlara sarı sendikalaşma da dâhil üstelik.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2012 İş Kazaları Raporu’na göre iş kazalarında ölen işçi sayısı 745. Bunların 61’i kadın. Çocuklar da var ölen işçiler içinde. 10 yaşında Ökkeş, 12 yaşında Sabahattin, 14 yaşında Yakup ile Salih, 15 yaşında Nezir, 16 yaşında Ferdi ile Süleyman ve 17 yaşında ölen Hüseyin olmak üzere 8 çocuk işçi Temmuz 2013’te iş kazalarında öldüler.


Kaynaklar:       Cumhuriyet, 12.8.2013 ve 3.9.2013
Denizhaber.com, 12.8.2013
Solfasol, Sayı 28, Ağustos 2013