8 Eylül 2010 Çarşamba

ZEY’BrEaK

Batı sokaklarının Breakdance’ının ritmi üzerine, bir Anadolu halk dansı olan Zeybek’in melodisini oturtmak… Bunu, özgün Türk çalgısı bağlamanın maestroluğunda batı sazlarıyla yapmak... Bu melez müzik eşliğinde, aynı anda hem zeybek dönen hem breakbeat’i hisseden iki Türk hip hop’çıyla, bir varoluş yolculuğuna çıkmak… Bir sentez değil, yan yana duruş bu…Göçmenliğin ikili aidiyeti gibi: Ne biri ne öteki ama ikisi birden ve ikisinin toplamından farklı.

2009’da Türk-Alman Sanat Buluşması çerçevesinde Haziran’da İstanbul kenti, Aralık’ta da Ankara “Almancı – Deutschländer” festivaline ev sahipliği yaptı. Berlin Ballhaus Naunynstrasse, Goethe Enstitüsü ve diğer destekçilerin işbirliğinde kotarılan bu festivaller okuma günleri ve söyleşilerle de zenginleştirilerek Almanya’da yaşayan Türk sanatçıların tiyatro ve sinema eserlerini Türkiye izleyicisiyle buluşturdu. ZEY’BrEaK’i bu etkinlikler kapsamında izledik. Prömiyerini 24.1.2009’da Berlin’de yapmış ve orada pek çok kez sahnelenmiş olan bu farklı gösteri, hip-hop dansçısı Kadir Memiş ve besteci Nevzat Akpınar buluşmasıyla ortala çıkmış bir dans gösterisi.

Kadir Memiş’in bir gün Nevzat Akpınar’a gelip “Zeybek ile breakdance’ı birleştiren bir gösteri yapmak istiyorum, müziklerini yapar mısın” demesiyle başlamış her şey. Berlin Ballhaus Naunynstrasse desteğe hazır. N.Akpınar müzikler için çalışmaya başladığında, K.Memiş de zeybeği en doğru biçimiyle yerinde öğrenmek için Ege’ye gitmiş. Her şey bittiğinde, 17 bölümlük bir dramatik dans gösterisi çıkmış ortaya: Zeybek tavrıyla breakdance.

Kadir Memiş -hip hop dünyasındaki adıyla Amigo- pek çok farklı proje üretmiş, dans üzerine düşünen, dansla birlikte düşünen bir sanatçı. Nevzat Akpınar ise etno-müzikoloji mezunu bir besteci. Hem batı hem doğu müziğini tanıyor ve çalışmaları içinde Batı müziği eserlerini Türk müziğine uyarladığı örnekler özel bir ilgiyi hak ediyor. Çünkü müzikte sentez arayışları genellikle tek sesli Türk müziğini çok sesli Batı müziği içine yerleştirme çabası olarak gözlenirken, N.Akpınar çok sesli batı eserlerini tek sesli Türk müziğine aktarıyor. ZEY’BrEaK’te yaptığı da zeybek melodileri üzerine hip-hop ritmlerini oturtmak. Bunun için seçtiği enstrümanlar, kendisinin icra ettiği bağlama ve cura ile Alman müzisyenlerin çaldığı klarnet, kontrabas ve perküsyon. Besteci, müziği genelde dansçının ruh hallerinin dışavurumu üzerine kurmuş ama açılış ve kapanış sahnelerinde, zeybek melodileri ile breakbeat’i sürpriz bir uyumla birleştiren, coşturan, herkesi kavrayabilen kompozisyonlar yaratmış.

Kadir Memiş’in Türkiye kökenine gönderme yapan zeybek ile içinde yaşadığı hip-hop kültürünü birleştiren ZEY’BrEaK’in episodları dansçının otobiyografisine temelleniyor. Fakat kendi yaşamöyküsünü dans eden Amigo’yu seyrederken, yaratıcı dansın soyutlamasında, çocukluğa, gençliğe, şiddete, aşka, umuda…, yani insan oluşa dair şeyler buluyor; izlediğimiz adımları kendi yaşamımızın ritminden tanıyoruz. K.Memiş’i de sahne üzerinde yüksek beceri isteyen bir dansın icracısı olarak değil, jest ve mimikleri, gestusu, dramatik anlatımıyla bir sanatçı olarak izliyoruz. Gösteriyi, beden hâkimiyetine dayalı bir performans olmaktan çıkarıp anlamla donatan da çok katmanlı anlam yapısı. Örneğin, prologun ardından gelen ilk episod olan Ayı Dansı, K.Memiş’in büyüdüğü Bilecik’te çocukken tanık olduğu bir yerel danstan esinleniyormuş. Ayı taklidi yaparak oynanan, belki de bir köy seyirlik oyunu uzantısı olan bu folklorik öge, bir olasılık, K.Memiş’i geleceğin dansçısı yapan ilk izlenim olduğu için bunu öyküsünün serimine koymuş. Orijinal ayı dansını bilmeyenler için ise bu ilk sahne, kendi ayırdına varan ben’in, ne’liğine dair ilk keşiflerini çiziyor adeta. İnip kalkan omuzlar-kollar ayı devinimi gibi değil, alışkın olduğundan farklı bir müzik duyan dansçının, bedeninde yeni olanaklar araştırdığı bir sınama ânı gibi görünüyor. Bu estetik içinde, ilk anlam katmanındaki taklitli dans, üst anlam katmanında stilize edilmiş ikilem temsiline dönüşüyor.

Gösterinin ikinci dansçısı, Berlin doğumlu Yavuz Topuz -hip-hop dünyasındaki adıyla “Risk One”- öykü kişisinin alt beni rolüyle çıkıyor sahneye. Breakdance’ta adımlar, bacaklar ve kol gücü üzerine uzmanlaşmış Y.Topuz’un genellikle sahne zemininde yaptığı zor dans ile daha çok üst beden üzerine uzmanlaşmış K.Memiş’in perfomansı birbirini koordinat olarak da anlam olarak da tamamlıyor. İki dansçının -ben’in ve alt-ben’in- bir bütün olmalarının en güzel hali ise etkileyici final müziği eşliğinde yapılan kapanış dansında oluyor. Yolunu çizmeye çalışırken önce ve hep kendiyle yüzleşen; büyüme sancıları çekerken kimlik bunalımlarında ikilemler yaşayan öykü kişisinin çelişkileri çözdüğü ve gerçekleri kavradığı an, kendisiyle barıştığı ve uyumu yakaladığı ve içselleştirilen her şey gibi ZEY’brEaK’in de gerçek ve şüphesiz olduğu an. Bu final, gösterinin -daha genel bakışla sanatın- hayata umut ekleyen yanı aynı zamanda.

İki dansçı arasındaki bilinç-bilinçaltı ilişkisini ve diğer bazı göstergeleri deşifre edilebilir kılmak ve simgeler arasında bağlar kurmak için yapabileceği bir şeyler eksik kalmış olsa da, ZEY’brEaK’i ilgiyle seyretmemizde, K.Memiş’in hikâyesini düzene sokan dramaturg Zula Lemes’in de payı var. Sahne tasarımcısı Justuz Saretz ve görsel konsept danışmanı Rain Kencana da minimalist sahne düzeninde, tanıdığımız biçim ögelerini hayli etkileyici kullanmışlar. Projekiyon perdesinde dansla eşzamanlı üretiliyor hissini uyandıran kaligrafik yazı ve eskizler, çağdaş sahne olanaklarının anlama katkı gücüne iyi bir örnek. Dansçıların perde üzerine düşen gölgeleri ile perdedeki görsel ögelerin birbirini tamamlıyor olması, eylemin görünür yanı ile eyleyenin ruhsal motivasyonu arasında çarpıcı bir bağ kuruyor.

ZEY’brEaK bugüne değin Berlin, Amsterdam, İstanbul ve Ankara’da sahnelendi ama zeybeğin yurdu olan Ege’de henüz görülmedi. ZEY’brEaK Ege kentlerine bir çıkartma yapsa, herhalde çok daha farklı ve heyecanlı bir alımlama içinde izlenecektir. Bununla birlikte zeybek tavırlı breakdance sadece Türkiye’de ve Türk göçmenlerin yaşadığı ülkelerde değil, zeybeği bilmeyen kültürlerde de izleyici bulabilir. Çünkü anlatılan, bir arayış hikâyesidir. Kendi içinde bütünlükleri olan iki farklı parçanın, bir başka büyük bütünü kurabileceğine dair bir bilinçlenme öyküsüdür, başka deyişle.●

Zeybreak, 18 ve 20 Eylül 2010'da bir kez daha İstanbul'da: CRR Salonunda.