5 Nisan 2011 Salı

İşte Bırakıp Gidiyorum

Abartılı doğa iradenin zayıflığına işarettir”.  (İncir Çekirdeği filminin çalışma metninin son cümlesi)Abartılı bir doğanın sebep olabileceği en kıyıcı eylem, bir can'ın bir başka can’a kıyması ise, katiller  –öldürmeye cesaretleri bir yana-  iradesi zayıf kişilerdir gerçekten de. Gordion’un düğümünü kılıç darbesiyle çözen iradedir bu; kılıç olmasa, iradeden söz etmek mümkün değildir. Yani şiddet olmasa.
Batman’dan bir kadın:“Dünyaya geldiğime pişman oldum, başka hiçbir şey değil. Her gün şiddet, her gün dayak, her gün yumruk, her gün ne dersen. Dünyaya geldiğime pişman oldum, başka hiçbir şey değil.” Van’dan bir kadın: “Eğer kız çocuğu evlenmek istemiyorsa, zorla evlendirmek ona bir intihardır. O kız çocuğu eğer istemeyerek o eve gitmişse zaten o evdeki yaşamı onun için yaşam değildir.” Mardin’den bir kadın: “...kocasından dayak yedi, kadın intihar etti. Evet, intihar etti ve sekiz tane de çocuğu var.” Bunlar da TRT programı Suç Bende Değil için yapılan röportajlardan.

2000’den itibaren Batman’dan intihar haberleri gelmeye başladı. O yıl 26; ertesi yıl 23; 2002’de 11; 2003’te 19 kişi intihar etti. %75’i kadındı. Batman Valiliği’nin verilerine göre, 2006 yılında bölgede 43 kişi intihara teşebbüs etti. 2007’nin ilk altı ayında 55 olan intihara teşebbüs sayısı ise, ikinci altı aya gelindiğinde 71’e ulaşmıştı. İntiharlarda ve intihar girişimlerinde 15-24 yaş grubundaki bekâr genç kadınlar ağırlıktaydı. Büyük çoğunluğu ya ilkokul mezunu ya da okulu bitirmeden eğitimden koparılmış, eve kapatılmışlardı.

Küçük yaşta evlendiriliyor; bir zamanlar evcilik oynadıkları sokağa bir daha çıkamıyorlar. En temel haklarından yoksun bırakılıyor; görünmez kılınıyorlar. Hiçbir konuda fikirleri alınmıyor. Konuşamıyor, hatta gülemiyorlar. Gülmelerini tutamazlarsa, ağızlarını kapatmaları bekleniyor. Gerçek rakamı asla bilemeyeceğimiz ölçüde yaygın olarak enseste maruz kalıyorlar. Onarılması zor geçmiş, umutsuz geleceğe ulanıyor. Şimdi ise zaten anlamsız ve akıl dışı.

Genç kadınlar, cinsiyetçi baskıya maruz kalmaları ve toplum hayatından dışlanmalarıyla içinden çıkamadıkları bir bunalıma giriyorlar. Özgür iradeli bireyler olabilmeleri için gereken her şey, sistemli olarak engelleniyor. Sadece kadın oldukları için eğitim hakkından yoksun bırakılmak, yeterli ve gerekli sağlık hizmetini vaktinde alamamak, değersizleştirilmek, kimliksizleştirilmek, parasız bırakılmak, korkutulmak, tehdit edilmek, dövülmek, sakat bırakılmak, öldürülmek... Ruh ve beden bütünlüğüne yönelik bu edimlerin şiddeti öyle büyük ki, kadın buna dayanabilmek için ya benlik bilincinde fedakârlığa gidiyor-kendisine reva görülenin haklı olduğuna inanıyor; ya da yanlış yerde olduğunu düşünüp, yaşamı seçme özgürlüğünün elinden alındığı yerde, gerçek bir doğru adres bulamadan, yer değiştiriyor. İşin dikkat çekici yanı, ölmek isteyip de sağ kalınca, bu yangınların sahici görünmemesi muhataplarına. İntihara kalkışmış kadına, erkek/leri (kocası, babası, oğlu, akrabası) daha fazla şiddet uygulayabiliyor. “Sen nasıl böyle bir şey yaparsın! Ben sana ne yaptım da intihar etmeye kalktın! Beni/bizi elâleme rezil ettin!”.

Kentli-okumuş-çalışan kadının durumu da nitelik olarak farklı değil. Dayağa maruz kalmaktan, sözde eşitlikçi ilişkiler içinde bile kimliksizleştirilmeye kadar, şiddetin her türü onların yaşamında da var. Çalışıyorlar belki ama yerleri erkek meslektaşları kadar sağlam değil. Kentin sokaklarında yürüyorlar belki ama sokaklar onların değil. Kurtulmuş gibi görünüyorlar ama hayata iki kez yabancılaşmamak ellerinde değil.

Eşleri/eşlikçileri daha insancıl bir dünya ülküsünün safında olan kadınlar bile, konu mikro ilişkiler olduğunda bu mürekkep yalamış erkekler tarafından örtük biçimde öteleniyorlar: İlgisizlik, etkin iletişim kurmaktan kaçınma, dinlememe, gerçek anlamda destek vermeme, dışarıda birlikte vakit geçirilen arkadaşlar ile evdeki kadın’ı uzamsal olarak birbirinden ayırarak kadını yalnızlaştırma, ve bıçağın kaburga kemiğine dayandığı yerde öfke patlamalarıyla gelen yalın şiddet.

Bunlar, feodalite mağduru kadınların maruz kaldıkları yanında hiç gibi görünebilir. Cümlenin içinde fiziksel şiddet yoksa, bu nicelik farkı birbirinden farklı tablolar çiziyor gibi değerlendirilebilir. Fakat gözden kaçmamalı ki değersizlik hissi, nitelik olarak her yerde, her durumda aynı kavrayışa karşılık gelir.

Kendini yaşamaktan yoksun bırakılan, varlığı hiçe sayılan, hak ettiği yerin dışına atıldığını hisseden kişi, kaybedenlere özgü biçimde içine kapanırken, bunun bir adım ötesinde öz-tecrit, yaşarken ölmenin diğer adı olacaktır. Algılayışı, her şeyi kendi aleyhine yorumlayan bir algıda seçiciliğe; arzuları takıntılara dönüşürken, bazı duyguları olduğundan büyük yaşadığı bir anomali içine düşecektir. Bir kısır döngüye de: Yalnızlık aklını başından aldığı için o aykırılaşmış, o aykırı olduğu için insanlar onu yalnızlaştırmıştır. Anlamama, anlaşılamama, katılamama, uyumsuzluk… Belki haksızca ötekileştirilmiştir, belki de kendine yabancılaşan önce kendisidir. Git gide görünmez olurken, yaşamın zaten çok iyi bilinemeyen amacını da kaybeder. Kendini ifade etmekten alıkonmasıyla dilini, düşüncesini, kimliğini kaybetmiştir. Bunlar olmazsa hayat niye vardır? İnsanlar yanında değilse, dünya neden bu kadar kalabalıktır? “Öteki, cehennem” midir daima? Bazıları “gürül gürül yaşarken” bu derin yoksunluk, bir doğa kanunu olarak şiddeti çağıracaktır elbette. İradesi zayıf olan öteki’ne; güçlü olan kendisine kıyacaktır, bir biçimde.

Bazı istisnalarda, örneğin Alman Milli Takımı kalecisi Robert Enke’ninkinde olduğu gibi görkemli cenaze törenleriyle hayattaki başarıları kadar son iradesine de saygı duruşunda bulunulsa bile, intihar edenin daima irade zayıflığıyla anılacak olması mutlak kader gibidir. Toplum kollektifi iradesinin zayıflığı sebebiyle doğal seçime uğradığını düşünür intihar edenin. Hatırlanmak istenmeyen anılarla dolu bir albüm gibi hiçliğin rafına kaldırır onu. Çünkü mutlu azınlık dışındakilerin sürüne sürüne sürdürdüğü oyundan mızıkçılık yaparak çıkmıştır. Onların da bazen düşündüğünü, ama yapamadığını yapmıştır. O nedenle yaşayanlar, intihar edenlerden gözlerini kaçıracaklardır. Oysa bir insanın kendisine yapabileceği en ağır şeydir intihar. Şiddetin bu kadarı çok büyük bir irade gücü gerektirir. İntihar fikrinden vazgeçirmek için bu paradoks üzerinden gider ruh sağlığı uzmanları da : “Bu denli güçlü olabileceğini düşündüğün iradeni ölmek için değil, yaşamak için kullan!”

Ama bu karmaşık olay iradeden aşkın bir yandan da. Çünkü hiç ama hiç umudu kalmayan bir insan, iradesini seferber edebilecek bir değer bulmakta zorlanır. Sağlıklı bir toplumda siyasaların yetişmesi gerekir onun imdadına, sosyolojinin, felsefenin…ya da kimse tarafından hoyratça kovulmadan kapı önünde beslenen kediler olduğunu bilmesinin... Varoluşun, karanlık mağara kadar ucundaki ışığı da kavrayabileceğini göstermek için.

Bazı vakalarda doğru olabilmekle birlikte, intiharı sadece aşk acısıyla, belli bir yer ve zamanda moda olmasıyla, salt sağduyu felçliğiyle açıklayan görüşler konuyu bütünüyle kavramaktan uzak. İntihar eden insanların kimlikleri birbirinden çok farklı olabiliyor. Şiddete maruz kalmış kadın, iflas etmiş işletme sahibi, karnesi kırık gelen öğrenci, bunalıma giren manken, …ve durup dururken neden intihar ettiği bir türlü anlaşılamayanlar… Ortak noktaları, göğüs geremedikleri bir baskının altında olmaları.

Taşıyamadan sırtlandıkları yüke, kendilerine dayatılan hayatın kasvetine, uçurum dibi yalnızlıklarına son verebilmek için intiharı seçen insanlara baktığımızda, sistemli olarak maruz kaldıkları bir şiddet türü olduğunu görebiliriz. Ekonomik şiddet, toplumsal-siyasal şiddet, psikolojik şiddet, fiziksel şiddet….Şiddet gören herkes intihar etmez ama kişiyi intihara sürükleyen her bunalımın kaynağında -bireysel ya da kamusal- şiddetin izini bulmak mümkündür. Hatta dolaylı olarak bile. Kadına yönelik şiddet üzerine çalışan Doç.Dr. Dicle Koğacıoğlu’nun intiharında, tanıklık etmek zorunda kaldığı şiddetin aynı zamanda maruz kaldığı şiddet de olduğuna, Leyla Pervizat dikkat çekmişti. (11.10.2009, Radikal İki)

Şiddete hapsedilen, yoksun bırakılan, benlikleri güçsüzleştirilen kişiler, önce kalabalıklarını sonra özgüvenlerini, inançlarını, umutlarını kaybediyor, hayal bile kuramaz hale geliyorlar. Güneş bir gün onların üzerine de doğabilecekken, kendilerini yeniden var edebilmek için tek yolun ölüm olduğunu sandıkları bir çıkmazın önünde kalıyorlar. Ölebilme cesareti sadece masumların geçebileceğine inanılan dar bir kovuk gibi görünmeye başlıyor onlara. Bu sahte meydan okumadan gözlerini kaçırmıyor, ta içine bakıyorlar.