21 Mayıs 2011 Cumartesi

Deli Bal

24 Mart 2011
Cumhuriyet Kitap

Geride bıraktığımız yılın dikkat çekici edebiyat olaylarından biri, 2010 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ni öykü dalında kazanan Pelin Buzluk ve onun Deli Bal’ı ile tanışmamız oldu. Az miktarıyla sarhoş etme gücündeki “deli bal” gibi elimizde duruyor şimdi bu incecik, çarpıcı kitap. Kentlerin ormanından devşirilen ağuların felç edici acılara soğurulduğu hikâyeler buruk ama güzel, derin bir edebiyat tadı sunuyor. Gerçeği, gerçeküstünün olanaklarıyla yeniden üreten alegorik öyküler, “var olmak için görülmek” ile “hayatta kalmak için görülmemek / varoluş hakkından vazgeçmek” temaları arasında gidip gelen bir sarkaç üzerinde. Rotasına dizilmiş on öykü, yabancılaşma, ötekileşme, yüzleşme, seçim ve kendini yeniden kurma izleklerini taşıyor. Bu tanıdık izleklerde Pelin Buzluk’un ayırt edici özelliği, çok çarpıcı imgeler yaratmasında ve bir ilk kitaptan beklenmeyecek ölçüde usta yazarlığında.

İlk öykü Sürek ve ardından gelen 62 Tavşanı özne-nesne olma durumu açısından tersinlemeli katlanan iki sürek avı öyküsü olarak, kitabın “hayatta kalmak için varoluş hakkından ödün verme” temasını başlatırken; özne-nesne ilişkisini sorgulayan Seyirciler Yokuşu da “var olmak için görünür olma ” temasını başlatıyor ve bunlar, sürgün edilmişler üzerinden anlatılıyor.

F. Kafka’dan “kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı” epigrafı ile başlayan Kafes, başkası olarak yeniden doğmaya karar veren birinin öyküsünü anlatırken, ben demek istediğimiz şeyin aslında karşılaşma fırsatı bulamadığımız birisi olduğu önermesini işliyor.

Göz Hareketleri, bir grup profesyonel yas tutucunun hikâyesi. Onlar için ölüm meslek gereği döktükleri taklit gözyaşlarıyken,  içlerinden birini kaybettiklerinde, ölümü bildikleri anlamının dışında algılayamayışları, öz matemlerini susmak zorunda kalışları, esaslı bir yabancılaşma öyküsüdür.“İçinde bulundukları durumu, gelecekten görüyorlardı. Geleceğin şu anki geçmişi olarak, üzerinden yıllar geçmiş bir ezgiyi, ağlanası bir anı gibi duyuyorlardı.”  

Gecenin El Yazısı, “yaşama uğraşımızda tek bir seyirciye (kendimize) oynayan kör bir oyuncu olabilir miyiz acaba?” sorusunu soruyor. Peki, yansımasını kendi aynamızdan bile sakladığımız bir çirkinlikse varlığımız? Görülmeme itkisi, nasıl uzlaşır, içimizde uluyan görülme arzusuyla? 2.9 Saniye, bu paradoksta kendini kahredercesine aşağılayan, bu aşağılamayla katharsis’e ulaşan öykü kişisinin psikolojik çözümüyle dikkat çeken bir öykü.  

Göstergelerinin birbiriyle tam örtüşmeyen yananlamlara açılması nedeniyle bildirisi biraz karışık da olsa Refüj diğerleri kadar etkileyici bir öykü. Refüj harikalar diyarında ötekileşene yer yoktur, hayatta kalmanın yolu, yabancılaşmaktadır. Halk denen akıntılı denizi yarıp “karşıya geçmek” çok zordur.“Renk renk otomobillerdeki koltuklarda oturan yüzleri bir çakımlık görüp yitirmek baş döndürücü bir hal almıştı.(…) Birden, bütün araçların sürücülerinin de, yan ve arka koltuklarda oturanların da aynı yüze sahip olduklarını fark etti. Hemen arkasına dönüp yolun diğer yönündeki araçların yolcularını da görmek istedi. Ancak görüntüler buğuluydu, aradan yıllar geçmişti.” 

Kitabın son öyküsü Puslu Bahçe, yırtıcı hayvanlarla dolu bir ormanın kıyısında, ormandan kopartılmış gibi görünen bir ağacın gölgesinde geçer. Büyüklerin dünyasındaki nefret, küçük Esme’nin dünyasında bir hasrete karşılık gelir.“Esme, ardından koşarken kamyonetin arkasına yapıştırılmış süs aynalarında kendini görmüştü. Kendini geride bırakan kendini. Ve bir yanını da o aynalarda babasıyla göndermişti, peşinden koşan Esme olarak.” Gerçek ile taklidi izleğini, gerçek ile sureti izleğine taşıyan öyküde, bir suret bir gerçeğin yerini alacak, aradığını bulduğu an kaybeden Esme, kendisini büyüten bir edimle seçme hakkını kullanacaktır.

Benim için kitabın en kışkırtıcı öyküsü 62 Tavşanı. Bir öykünün, devamını ya da çeşitlemesini okuma/yazma isteği uyandırması, okuyucunun zihnini, yaratıcı düş gücünü adeta bir zemberek gibi uyarması heyecan verici bir sanat olayı. Öykülerin birini diğerinden ayırmak zor ama, yine benim için, kitabın en güzel öyküsü Sadık Hidayet’in anısına yazılmış Aynanın Sonu. Öykülerin yaratacağı heyecandan çalmamak ve ne kadar çarpıcı alegorilerle örülü olduğunu okuyucuların keşif serüvenine bırakmak için öykü özetleri vermekten özellikle kaçındığımdan Aynanın Sonu için, sürrealist öykü evreninde, tahmin ötesi sıradışılıkta bir öykü kişisi ve unutulmaz imgeler olduğunu söylemekle yetineceğim. Her bir cümlesi tek okumayla bitmeyecek kadar derin ve üzerine düşünmek isteyeceğimiz çıkarımlarla yüklü öykü, Pelin Buzluk’un şimdiden ne kadar usta bir yazar olduğunu gösteriyor.